BilimDin

BATILI BAZI BİLİM ADAMLARININ KUR’AN-I KERİM YORUMU

Hüseyin Hilmi Işık

Kur’an-ı kerim hakkında Batılı meşhur bilginler, edipler hayranlıklarını daima açıklamışlardır. Dünyanın sayılı ediplerinden Goethe, Kur’an-ı kerimin yalan yanlış Almanca tercümesini bile okuduktan sonra: “İçindeki ifadelerin büyüklüğü, haşmeti karşısında hayran kaldım” demekten kendini alamamıştır.

İngiliz rahibi Beowort-Smith, Muhammed ve Muhammed’e Bağlı Olanlar adlı eserinde “Kur’an, üslup temizliği, ilim, felsefe ve hakikat mucizesidir” demektedir.

Kur’an-ı kerimi İngilizceye tercüme eden Arbeyrry ise “Ne zaman ezan dinlesem, bana bir mistik müzik gibi tesir eder” demektedir.

Marmaduke Pickthall ise Kur’an-ı kerim için: “En taklit olunamaz senfoni, en sağlam bir ifade, insanları ağlamaya veya coşturmaya sevk eden bir kudret” ifadesini kullanmıştır.

Bunların yanında birçok Batılı filozoflar, yazarlar, ilim ve siyaset adamları, Kur’an-ı kerimden büyük bir takdir ve büyük bir hayranlıkla bahsetmektedirler.

Lamartine bile Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) için “Filozof, hatip, Peygamber, kumandan, yeni doğmalar koyan, muazzam bir İslâm Devleti kuran adamdır. İnsanların büyüklüğünü ölçmek için kullandıkları bütün mikyâslarla ölçülsün, acaba ondan daha büyük bir insan var mıdır? Olamaz!” demekten kendini alamamıştır.

Gibon, Roma İmparatorluğu’nun Çökmesi ve Yıkılması adlı eserinde, İslâm dini ve Kur’an-ı kerim hakkında şunları söylüyor: “Kur’an-ı kerim, Allah’ın birliğini ispat eden en büyük eserdir.”

Amerikan astronomi uzmanı Michael H. Hart, Hazret-i Âdem’den bugüne kadar gelen bütün büyük insanları birer birer inceleyerek, bunların içinden 100 tanesini ayırmakta, bu 100 kişi arasında en büyüğü olarak Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) göstermektedir. “Onun kudreti, kendisine Allah tarafından vahyedildiğine inandığı, muazzam eser, Kur’an’dan geliyor” demektedir.

Amerikan Chicago Üniversitesi profesörlerinden, tanınmış psikoanaliz uzmanı Jules Masserman 1974 yılının 15 Temmuzunda yayınlanan Time mecmuasının özel nüshasında, “Büyük liderler nerede?” başlığı altında, tarihte şimdiye kadar gelip geçmiş olan önderleri incelemekte, bunların psikoanalizini yapmakta ve bu liderlerin en büyüğünün Muhammed aleyhisselâm olduğunu bildirmektedir.

NOBEL ÖDÜLLÜ TABİİ İLİMLER (DOĞA BİLİMLERİ) PROFESÖRÜ MAX PLANCK’IN DİN VE FEN YORUMU

Dünyanın en büyük tabiî ilimler (natural science) âlimlerinden biri olan Max Planck, 1858 yılında Almanya’da Kiel şehrinde doğdu. İlk profesörlüğünü Kiel’de yaptı ve ondan sonra 1889’da Berlin Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Berlin’deki faaliyeti 30 sene kadar sürdü. 1947’de vefat etti.

Max Planck, özellikle Işıldama ile meşgul oldu. En büyük buluşu, atomlardan çıkan enerji ışınlarının paketler (kvant) halinde yayıldığını meydana çıkarması oldu. Planck, bu buluşuna “Kvantlar Teorisi” adını verdi ve meydana gelen enerjiyi hesapladı. (Kvantlar Teorisi formülü: E=h.v olup, E, meydana gelen enerjiyi Erg olarak belirtir. v ölçülen dalganın frekansıdır, h ise, Planck sâbitesi adını alan bir rakamdır ve 6,624.10-27 ye eşittir. Böylece herhangi bir enerji dalgasının frekansı ile bu rakam çarpılacak olursa, enerjiyi yukarıda söylediğimiz gibi, Erg cinsinden hesaplamak kabildir.) Bu buluşu ona 1918’de fizik Nobel mükâfatını kazandırdı.

Max Planck diyor ki:

“Gerek din ve gerek tabiî ilimler üzerimizde kendisine erişmek kabil olmayan çok muazzam bir kudret bulunduğunu, bu kudretin dünyayı kurduğunu ve ona hükmettiğini ortaya koymaktadır. Ancak bu kudreti izah hususunda kullandıkları dil birbirinden farklıdır. Fakat her iki izah tarzı ayrı bile görünseler hakikatte birbirinin aynıdır. Bu iki izah birbirine zıt değildir. Bilakis birbirini tamamlarlar.

Gerek din gerek tabiî ilimler, bu âlemi ancak mahiyetini hiçbir zaman anlayamayacağımız, insanların hiçbir zaman erişemeyecekleri bir kudretin yaratabileceğini kabul ederler. Bu muazzam kudretin bütün azametini biz bilemiyoruz ve hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Onun kudretinin ancak en küçük bir parçasını ve dolaylı olarak öğrenebiliriz.

Din, bu kudreti ve yaratıcıyı tanımak ve insanları Ona yaklaştırmak için kendine mahsus akla hitabeden semboller kullanır. Tabiî ilimler ise bu kudretin tanınması için ölçü ve formüllerden faydalanır. Hâlbuki, bu iki yolu birleştirecek olursak asıl o zaman bu yaratıcının ne büyük bir kudret sahibi olduğu meydana çıkar ve dinin Allah’ı ile tabiî ilimlerin bu kudretin ancak küçücük bir kısmında yaptığı araştırma, ölçme ve formüller, Onun zatını ve büyüklüğünü meydana koyar.

Din ile tabiî ilimleri karşılaştıracak olursak hiçbir yerinde bunların birbirinden aykırı bir bilgi vermediğini görürüz. Gerek din gerek tabiî ilimler, bir muazzam yaratıcı olmadan bu dünyanın kurulamayacağını kabul ederler. Tabiî ilimlerin bulduğu bütün yenilikler, bu muazzam yaratıcının varlığı ve büyüklüğü hakkında birer vesikadır. Din ile tabiî ilimler arasında hiçbir fark yoktur. Bazılarının sandığı gibi tabiî ilimlerin tuttuğu yol ayrı değildir. Bugün ne yazık ki bazı insanlar tabiî ilimlerin artık din ile hiçbir ilgisi kalmadığını sanırlar. Hâlbuki bu çok yanlıştır. Yukarıda izahına çalıştığım gibi tabiî ilimler bilakis dini inanç ve düşünceleri takviye ederler.

Tarihe bakılacak olursa, dünyaya gelmiş olan büyük tabiî ilim bilginlerinin dine çok bağlı oldukları görülür. Leibniz, Newton, Kepler çok dindar insanlardı. Esasen o zamanlar tabiî ilim araştırmaları ancak kiliselerde, karanlık dünyaların izbelerinde, rahiplerin evlerinde yapılırdı. Ancak yavaş yavaş laboratuvarlar, çalışma enstitüleri, üniversite ilim merkezleri kurulduktan sonra din adamları ile tabiî ilimler bilginleri birbirlerinden ayrıldılar ve ayrı çalışma usûlleri tatbike başladılar. Zamanla bunların çalışma metotları birbirinden çok ayrılmış gibi göründü ve bunlardan beklenenler birbirinden farklı sanıldı. Hâlbuki, bu iki yol ayrı ayrı istikametlere doğru birbirinden ayrılan başka başka yerlere sapan iki yol değildir. Bilakis birbirine tamamiyle paraleldir. Aynı gayeye doğru giderler ve nasıl ki paralel hatlar sonsuzda birbiriyle birleşecekler ise din ile tabiî ilimler de esas gaye sonsuzunda birbiriyle kucaklaşacaklardır.”

Yukarıdaki yazılar, Max Planck’ın Der Strom von der Aufklärung bis zur Gegenwart kitabından alınmıştır.

Kültürlü insanlar, insafla düşündükleri zaman Allahü teâlânın varlığına inanmak mecburiyetinde kalıyorlar. Doğru dürüst yapılmayan Kur’an-ı kerim tercümelerinden bile hakiki dinin İslâmiyet olduğunu itiraf ediyorlar. Tercümeler hiçbir zaman aslına uygun olamaz. Bu bakımdan İslamiyet’i incelemek isteyen yabancılara İslâm âlimlerinin (rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn) Akâid kitapları tavsiye edilmelidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir