DARWİN’İ YANLIŞ ANLAYAN FEN YOBAZLARI
Aşağıdaki yazı, 1936’da Türkiye’nin ilk Kimya yüksek mühendisi olan (Emekli Albay, Eczacı ve Öğretmen) H. Hilmi Işık’ın kitabından alınmıştır. Web sayfamızda yayınlanan “BİLİM DÜNYASINDA DİN ve YOBAZLIK – 1” başlıklı yazının devamıdır.
Hüseyin Hilmi Işık
Bir fen adamı, jeolojik tabakalar arasında bulduğu bir kemik parçasında tetkikler yaparak hayat üzerinde kıymetli bilgiler toplamaya uğraşırken, beri taraftan fen yobazları radyodan veya bir broşürden bunu haber alıp, “İnsanların aslı olan maymunun kemikleri bulundu. İnsanların maymundan hâsıl olduğu hakikat hâlini aldı” yaygarasını basıyor. Saf Müslümanları aldatmaya çalışıyorlar.
İngiliz fen adamı Darwin’in (canlılar arasındaki hayat mücadelesi) nazariyesini anlamayarak ve yanlış alarak Müslümanlığı yıkmaya bir silâh yerinde kullanıyorlar. Evet, yüz seneden beri birkaç biyolog, hayvanlarda, kan grupları, kan benzerliği, kromozom sayıları, muhite intibak [adaptasyon] için fizyolojik ve anatomik değişmeler, somatik değişmeler ve hararet, ziyâ, röntgen ve radium şuaları ile ve bazı kimya maddeleri tesiri ile çeşitli mutanlar meydana gelmesi ve nihâyet paleontolojik müşahedeler ve bütün canlılarda meios ve bunu takip eden mitoz bölünme bulunması ve bazı hayvanlarda körleşmiş uzuvlar görülmesi [meselâ insanlarda appandis denilen kör barsak bulunması gibi] ve çok hücreli hayvanların hepsinde rüşeym [embriyon] teşekkül etmesi ve bir hayvanın, embriyon devrelerini geçirirken çeşitli hayvan vasıflarını göstermesi [meselâ insan rüşeyminde pronefroz, mezonefroz, solungaç yarıkları gibi teşekküllerin görülmesi] karşısında, hayvan nevlerinin, milyonlarca sene içinde basitten mükemmele doğru değiştiklerini [yani evolution veya desendens denilen evrim bulunduğunu] zan etti.
Canlıların basitten mükemmele doğru değiştiğini ilk yazan Fransız doktoru Lamarck’dır. Lamarck 1809’da neşrettiği Filozofi zoolojik ismindeki kitabında “canlıların bir asıldan türeyebileceğini” yazdı. Fakat, aynı asırdaki biyologlar Lamarck’ın verdiği misallerin, hayvanların birbirlerine dönmesini değil, canlıların bulundukları muhite intibak etmelerini (adaptasyonu) göstermekte olduğunu söylediler.
İkinci olarak, İngiltereli bir biyoloğun oğlu olan Ch. Darwin, 1859’da neşrettiği Nevlerin menşei ismindeki eserinde “Canlılar, bulundukları muhite uymak için mücadele eder. Bu hayat mücadelesini kazananlar yaşayabilir, kaybedenler ölür. Canlıda tesadüfen husûle gelen değişiklikler, muhite uyarak yaşamayı temin eder” dedi. Buna da çeşitli itiraz edildi. Hatta Darwin de göz, beyin gibi karışık uzuvların nasıl meydana geldiğini anlatmaktan aciz olduğunu bildirmiş, bir arkadaşına yazdığı mektupta “Gözün teşekkülünü düşündükçe hayretimden tepem atıyor” demiştir.
Üçüncü olarak, Hollandalı nebatatçı Hugo de Vries, bitkilerde “Saf bir nev içinden tesadüfen, diğerlerinden farklı fertler meydana çıktığını, bunların yeni evsafının dölden döle geçtiğini” görerek buna mutasyon [ani değişme] nazariyesi dedi. Hâlbuki, mutasyonda yeni uzuvlar meydana gelmiyor. Bundan başka göz ve beyin gibi rüşeymin [embriyonun] muhtelif tabakalarından hâsıl olan karışık uzuvların teşekkülünü, mutasyon teorisindeki tesadüfe bağlamak mümkün değildir.
Son olarak, paleontoloji mütehassısları, [yani ilk zamanlarda yaşamış canlıların iskeletlerini ve fosillerini inceleyenler] “Her nevi canlının kendi nev’i içinde değişebildiğini, bir canlının başka nev’lere dönmediğini” kabul etmektedir. Meselâ, birinci zamandaki derisi dikenliler ne ise şimdikiler de aynıdır. Derisi dikenlilerin mutasyon ile fıkralı [omurgalı] hâle döndüğü görülmemiş ve buna ait bir fosil bulunmamıştır.
Hâlbuki, canlıların yapısında en basitinden en mükemmeli olan insana doğru düzgün bir tekâmül bulunduğunu daha önce İbrahim Hakkı hazretleri (rahmetullahi teâlâ aleyh) Marifetnâme kitabında misaller vererek yazmış, bunun nev’lerin değişmesi demek olmadığını da bildirmişti.
Allahü teâlâ, maddeyi, maddedeki değişmeleri inceleyiniz, bunları sizin için yarattım, hepsinden faydalanınız dediği gibi yavruların nasıl tekâmül ettiğini, hayat hâdiselerini de tetkik ederek, hepsinin müsbet, muntazam esaslara bağlı olduğunu görüp, varlığımı, büyüklüğümü anlayınız! buyuruyor.
İslâm dininin ilme ve fenne verdiği ehemmiyeti bilmeyen cahil fen taklitçileri, İslâmiyet’i baltalamak, Kur’ân-ı kerime saldırmak için fizik, şimik, biyolojik ve astronomik olaylardan çürük düşünceler, bozuk fikirler çıkarıyor. Bu iftiralarını, ilim, fen bilgisi diye gençliğin önüne sürerek Müslüman yavrularını aldatıyorlar. Hâlbuki, fennin ilerlemesi, yeni yeni buluşlar, Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini ve ilmini daha ziyade meydana çıkarmakta, İslâmiyet’i desteklemektedir.
İmanımıza saldıranlara aldanmamak için lise ve üniversitedeki fen bilgilerini iyi öğrenmek ve anlamak lâzımdır. Hakiki fen adamları, din düşmanlarının sözlerinin ne kadar çocukça ve cahilce olduğunu hep görmektedir.
Dikkat edilirse yukarıdaki teorilerin hiçbirinde insanın maymundan hâsıl olduğu söylenmemiş, fen adamlarının hatırına bile gelmemiştir.
Evet, paleontolojik devirlerde, canlılarda zamanla tekâmül görülmekte, fakat bu değişmeler, her nev’in içinde olmaktadır. Meselâ, dördüncü zamanın yeni tabakalarında kromanyon ismi verilen insan iskeleti bulunmuştur. Bizim iskeletimizden farklı olduğu halde, paleontoloji mütehassısları bunlara ilk insanlar demiştir. Diğer taraftan, üçüncü zaman sonunda yaşayan, antropoid denilen ve bugünkülere benzemeyen maymun iskeletleri bulunmuştur. Antropoloji mütehassısları, bunların maymun olduğunu söylüyor. “Fen taklitçileri” yani zındıklar ise yaptıkları tercümelerde kromanyon insanına ve antropoid maymununa insanın ceddi olan veya insanla maymun arasında geçit teşkil eden fosil diyorlar.
Biyologlar, insan ile hayvan arasındaki farkı yalnız madde bakımından inceliyor. Hâlbuki, insan ile hayvanlar arasında en büyük fark insanın ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi hep bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Âdem aleyhisselâma verildi. Hayvanlarda bu ruh yoktur.
Maddîcilerin, felsefecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için insanı maymuna yakın sanabilirler. İlk insanların şekli, yapısı, maymuna benzese de insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır. Çünkü bu ruhtan ve ruhun hâsıl ettiği üstünlüklerden mahrumdur.
Görülüyor ki, insan ile hayvan tamamen ayrıdır. Aralarında, hiçbir zaman bir geçit olamaz, birbirine dönemez. Hâlbuki, hayvanlardan insana en yakın maymun olduğu asırlar önce İslâm kitaplarında, meselâ İbni Haldun’un (rahmetullahi teâlâ aleyh) tarihi Mukaddeme’sinde ve Marifetnâme’nin yirmi sekizinci sahifesinde yazılıdır. [Birinci kısm, otuzdokuzuncu maddeyi okuyunuz!
Behcet-ül-fetâvâ’da diyor ki “Maymunlar, eski insanlardan maymuna çevrilenlerin soyundan değildir. Maymunların insan soyundan olduğunu söylemek yanlıştır. Çünkü, insandan çevrilen maymunlar üç günden çok yaşamadı. Yok edildiler.”
Bunun gibi hatırımıza gelen çeşitli misallerden ilim namına, fen hesabına utanarak şunu da söyleyelim: amib denilen, gözle görülmeyen bir hücreli canlılar, amitoz ile, yani sitoplazma ve çekirdeği tam ortadan ikiye ayrılmak sureti ile ürer. Güney Amerika’da bir biyolog, amibi sitoplazma ve çekirdeğini ortadan keserek, her iki parçanın yaşamaya devam ettiğini görmüş. Bu tecrübe; zaten amibin üreme tarzına uygundur. Nerde kaldı ki bu tecrübe her zaman aynı neticeyi vermez. Bunu bir mecmuada (dergide) okuyan bir matematikçi, bir hesap mütehassısı, gençleri başına toplayarak, “Amerika’da amibler parçalanıp öldürüldükten sonra tekrar yaşatılıyor. Artık hayatın sırrı çözüldü. Ölü hücrelere can veriliyor. Bunu birkaç sene evvel okumuştum. Belki bugün daha ilerlemeler olmuştur” deyip fennin ölüleri dirilttiği, insanların (Hâşâ) ölüye hayat verdiği, o hâlde fen ve tabiat haricinde bir kuvvet, bir yaratıcı bulunamayacağı, Allah fikrinin ilk insanlar, cahiller tarafından (Hâşâ) uydurulmuş olduğu aşılanır ve gençler aldatılmaya çalışılırsa buna ne denilir?
Dinsiz bir hesap mütehassısının, sonsuzdan sonsuza kadar uzanan matematik sahasında İslâmiyet’i lekeleyecek bir nokta bile bulamadığı için başka fen kollarında, anlayamadığı hâdiselerden çıkardığı yanlış manâlar ile hücuma geçmesi ne kadar şaşılacak ve acınacak bir haldir. Yüksek tahsil yapan bir insanın böyle alçak hareketleri “yüksek tahsil” ismini lekelemez mi? Alçak görgülü olan bile bu kadar cahilce konuşur mu? Fen adamlarının tecrübelerini, sözlerini işitip de kendi kurdukları yalanları, plânları, bu sözlerle maskeleyerek gençleri zehirlemeye, imanlarını çalmaya uğraşan din hırsızlarına Fen yobazı denir. Fen yobazlarına aldanmamalıyız!
İslâm dininden haberi olmayan fen taklitçileri, fen yobazları, gençleri aldatmak, dinden çıkarmak için yalan ve iftiralarla saldırıyorlar. Din adamlarına yobaz, gerici diyorlar. Din adamları fen düşmanıdır diyorlar. İslâm kitaplarını okuyan, İslâm dininin ileri, üstün bilgilerini anlayan insaflı bir fen adamı bu yalanlara aldanmaz. Onların kötü niyetlerini, dost görünen sinsi düşman olduklarını hemen anlar. Din bilgisi az olan, ana baba yuvasından bilgi almayan zavallılar, bu alçakların tuzaklarına düşmekte, felâkete sürüklenmektedir.
Kaynak: Hüseyin Hilmi Işık, Tam İlmihal Seadeti Ebediyye, İstanbul, 2020, s.540-542.