BİLİM DÜNYASINDA DİN ve YOBAZLIK – 1
Aşağıdaki yazı, 1936’da Türkiye’nin ilk Kimya yüksek mühendisi olan (Emekli Albay, Eczacı ve Öğretmen) H. Hilmi Işık’ın kitabından alınmıştır.
Hüseyin Hilmi Işık
Fen adamları İslâm kitaplarını okuyunca, Kur’an-ı kerimin her tecrübeyi, her yeni buluşu, olduğu gibi haber vermiş olduğunu görerek hayran kalmaktadır. Fen’den ve İslâm kitaplarından haberleri olmayanlar, İslâm düşmanlarının, papazların yazdığı kitapları okuyup, İslâmiyet’i yanlış tanıyor ve din cahili oluyorlar. Böylece körü körüne İslâm düşmanı kesilen bazı cahiller, kendilerine şair, gazeteci, romancı, güzel sanatçı, hatta din adamı, İslâm tarihi mütehassısı gibi isimler takarak, çok çirkin yalan, iftira dolu yazılarla gençleri dinsiz yapmaya uğraşıyorlar. Kendilerini de milleti de felâkete sürüklüyorlar.
Bu cahillerin bir kısmı da birkaç fen kitabı okuyup kendilerini fen adamı sanıyor. Avrupa’daki fen adamlarının Hıristiyanlığa karşı haklı inkârlarını, itirazlarını çelik gibi sağlam olan İslâm dinine bulaştırmaya yelteniyor. Bu fen taklitçileri düşünmüyor ki bir fen adamı çalıştığı fen kolunda, hatta ihtisası olan branşta konuşursa sözü kıymetli olur. İhtisası dışında konuşması ve hele başka işlerdeki mütehassısların sözlerine karışması kıymetsiz olduğu kadar gülünç de olur.
Fen adamı olmak, insana her ilimde söz sâhibi olmak salâhiyetini vermez. İyi bir kimyacı, herhangi bir doktorun koyduğu teşhisi bozamaz. İyi bir avukat herhangi bir kimyagerin raporunda fen hatası iddia edemez. İyi bir mühendis, bir avukatın ihtisasına nüfuz edemez. Fen adamları, kendi fen şubelerinde ve ihtisaslarında bile ne kadar hata ediyor, aldanıyorlar. Bir taraftan maddenin, kuvvetin ve hayatın sırlarından bir veya birkaçını çözerek faydalı buluşlar başarırken bir taraftan da öyle yanılıyorlar ki medeniyetin ilerlemesine dünya çapında zararlı oluyorlar. Bunun misalleri pek çoktur.
Meselâ, İngilizlerin büyük matematik âlimi olan meşhur Newton, bir taraftan daha yirmi üç yaşında, bugünkü astronominin temeli olan, umumi cazibe kanununu bularak ve kendi ismi ile anılan dürbünü keşif ve beyaz ziyanın yedi renge ayrılacağını tecrübe ile ispat ederek fen âlemine unutulmayacak hizmette bulunurken; öte yandan, ziyanın, ışık kaynağından saçılan zerrelerden hâsıl olduğunu söyleyerek ve aklınca ispat ederek, fizik ilminin bu kısmının senelerce ilerlemesine mâni olmuştu.
Sonradan titreşim nazariyesi kurulunca, Newton’un hata ettiği katî anlaşıldı. Bunun gibi, bugün kimyanın babası ismi verilen ve hakikaten kimyaya teraziyi sokmakla Aristo’nun yanlış nazariyelerini temelinden yıkarak tecrübî ilimlere yeni, müsbet bir çığır açan Fransız kimyageri Lavoisier, bir taraftan fennin bugünkü dereceye ilerlemesine çok hizmette bulunmuş, bir taraftan da mütehassıs olduğu kimya ilminde öyle hatalar yapmıştır ki, onun buluşu olduğu için kitaplara geçen, üniversitelerde okutulmuş olan bu sözleri, bugün bir orta mektep talebesi söylerse sınıfta bırakılır.
Meselâ, klor gazına bileşik cisim, bir oksit diyordu ve hâmızları [asidleri] yanlış anlatıyordu. Lavoisier’nin en büyük hatası, doğru tecrübesini, kıymetli buluşunu izah ederken cahillerin ve dinsizlerin çok eskiden beri söylemekte oldukları bir sözü tekrarlaması idi. Yani kimya tepkimelerinde, ağırlık değişmediğini görerek, (ağırlığın sakımı kanunu)nu kurunca, “Tabiatta hiçbirşey var olmaz ve yok olmaz” deyiverdi. Bunu duyan fen taklitçileri, “Yoktan birşey yaratılmaz. Hiçbirşey yok olmaz” diye, yaygarayı kopardılar.
Fen kitabı diye çıkardıkları sahifeleri bu siyah yazılarla lekeleyip, güya dini yıkıp İslâmiyet’i yere serdiler (?). İman kalesini uçuracak fennî bir kuvvete sahip oldular! Hâlbuki, Lavoisier, herşeyin kimya ile olduğunu, Allahü teâlânın da onun görebildiği kanun içinde kalacağını, bu kanundan başka hâdiseler olmadığını sanarak, bu hataya düşmüştü.
Lavoisier adındaki bu kimyagerin, kimya olaylarında maddenin artmadığını ve azalmadığını görmesi, “İnsanlar hiçbirşey var edemez ve yok edemez” hakikatini meydana çıkarmaktadır. Başka din düşmanları gibi bu da tecrübesinden yanlış netice çıkararak dine saldırdı. Fakat, böylece kendini lekeledi. Çünkü, bugünkü fiziko-kimya bilgisi kimyanın ulaşamadığı atomun derinliklerine girerek, Lavoisier’nin aldandığı ispat edilmiş, Einstein’ın relativite nazariyesi, kütlenin korunması kanunu bile modifiye edilmiştir. Yani değiştirilmiştir. Bu suretle anlaşılmıştır ki, madde, Lavoisier’nin sandığı gibi dünyanın temeli değildir.
İşte fen adamları kendi ihtisaslarında bile böyle yanılmış ve insanlığa büyük zararlar da yapmıştır. Bu yanılmaları, onların fen çerçevesi içindeki kıymetlerini ve ehemmiyetlerini azalttı demek istemiyoruz. Onları faydalı buluşları ile düşünerek fenne hizmetlerini övüyoruz. Fakat, ihtisaslarında bile yanıldıklarını gösterip, fen adamının ihtisası dışındaki ve hele tamamen başka, derin ve geniş olan din ilmindeki kuru düşüncelerinin, din büyüklerinin din ilmi ile dolmuş, din zevki ile doymuş olan o hakiki büyüklerin sözleri yanında bir hiç olacağını göstermek istiyoruz.
Hakiki bir fen adamı, bu hakikati pek iyi kabul eder. Fakat para adamları, yani para kazanmak, etiket kazanmak için, âdet üzere, birkaç senelik ömrünü çürütüp, birkaç şey ezberleyen fen yobazları, sinema filminden farkı olmayan ruhsuz dimağlarındaki birkaç basma ve komprime, silik çizgileri fen sanarak, fennin değil, cehaletin verdiği bir cesaretle ve taşkınlıkla İslam’ın yüksek ilimlerine saldırarak helâk oluyor ve insanlığı ebedî felâkete sürüklüyorlar.
Kaynak: Hüseyin Hilmi Işık, Tam İlmihal Seadeti Ebediyye, İstanbul, 2020, s.538-540.